Çocuktum; anneme "ağaca çıkacağım, yardım et" dedim, "Başkasının çıkardığı yerden inemezsin, düşersin" dedi. Harika bir tespit değil mi? Günümüz gençliği hayata desteksiz tutunabilmeyi öğrenmeli. Bunun için anne ve babalar yavrularının elini taşın altına koymayı öğretmeli. Bunun tersini yapıyoruz çoğuzaman. Aman yavrum, ben ezildim sen ezilme! Diye başlıyoruz onları korumaya… Çağımız şartları belki kimi zaman bunu gerektiriyor, kabul ediyorum. Ama bu yaptığımız hatalı. Peki olması gereken nedir? Bir hikaye ile anlatayım. Çocuğun birisi babasından bisiklet almasını ister. Baba direnir ama sonunda “oğlum sana bisikleti bir şartla alırım, kendin parayı kazanacaksın, bende sana destek olacağım.” Çocuk kabul eder, hafta sonu evlerinin hemen önünde kurulan pazarda, çocuk yumurta satmaya başlar. Kazancını akşam babasına aktarır, nitekim üç hafta sonra çocuk bir miktar para kazanır, baba da takviye yapar ve çocuk bisikletine kavuşur. Tabi bu bisiklet çocuk için çok kıymet ifade eder, çünkü emeğiyle alınmıştır. Uzatmadan bir örnek daha vereyim. İş adamlarımızdan birisi fabrikayı çocuklarına emanet edecektir, artık bazı sorumlulukları üzerinden atmak ister, bunun için çocukları ile bir protokol imzalar. Buna göre, çocuklarının her biri, fabrikanın farklı birimlerinde çalışacak. İşi öğrendikten sonra yetki verilecektir.  Bir şartı daha vardır, enaz iki dil öğrenmek zorundalar! Bu iki örnek gerçekten çok doğru! Çünkü emek vermeden alın teri dökülmeden kazanılmış malın kıymeti olmaz. İkincisi servet zor kazanılır, hata yapılırsa kolay kaybedilir. Hani derler ya oğlum akıllı…   İBN-İ HALDUN Yukarda bahsettiğim konuyla doğrudan ilgi kurulabilir mi, bilmiyorum ama bir önemli husus daha arz edeceğim. Bir hatamız daha var. Sanat ve estetik düşünceden uzak gençler yetiştiriyoruz.Biraz açayım; " Mukaddime yazarı İbn-i Haldun eserinde sanatlar bahsini ele alırken bugün bizim meslek ve zanaat adı altında nitelendirdiğimiz birçok eylemi sanat olarak nitelemiştir. Zamanın değişen şartları bunu böyle gerektirmiş olsa da bu sınıflandırma üzerine biraz düşünecek olursak sanıyorum sanatın toplum için önemine bir başka açıdan değinmiş oluruz. İsmi geçen eserde sanat olarak nitelendirilen dikkatimi çeken meslek ve zanaatlar; tıp, çiftçilik, ebelik, marangozluk, terzilik ve kâğıtçılıktır. Takdir edersiniz ki bugün artık bunların hiç birine sanat gözüyle bakmıyoruz. Ve ne yazık ki sanat olarak nitelendirmediğimiz bu uğraşların hiçbirinde estetik kaygı gözetmiyoruz. DAHA DOĞRUSU SANAT ALTIN BİLEZİKTİR DEYİP, ÇOCUKLARIMIZI MESLEK SAHİBİ YAPAMIYORUZ Çocuklarımıza  bir sanat gömleğinin giydirilmesi, koluna bir altın bilezik takmak gibidir. İşte burada sanat ne işe yarar gibi bir soruyla karşımıza çıkacak birine tüm bunları hatırlattıktan sonra diyebiliriz ki; insanın fıtratından gelen güzellik ve estetik arzusu muhakkak şekilde doyurulmalıdır. Ruhu bu doyuma ulaştıracak şey ise tek başına güzel sanatlar olmamalıdır. Bu estetik endişemizi yaptığımız tüm eylemlere nakşetmeliyiz. Bunu nasıl yapacağımızın cevabı ise bir şiirde bir müzik eserinde ya da bir hat levhasında gizlidir. Bu eserlere yüreğimizi açarsak içinden çıkılamaz sandığımız bu labirentin şifresini çözmüş, derinlerden gelen fıtri çağrıyı dizginlemiş, sınırsız sandığımız arzularımızın doyuma ulaşmasına yardım etmiş oluruz. Sadece bu işe bile yarasa sanat dikkat edilip ciddiye almaya değmez mi?” Mustafa Uğurlu kardeşimizin sorusuna değer diyorum. Ancak bir şey daha biliyorum ki, güzel sanatlar gençler arasında pek az ilgi görüyor. Şunu da biliyorum, yapılarımız estetikte uzak. Şöyle etrafınıza bir bakın bana mimarisi, tasarımı örnek göstereceğiniz bir yapı var mı? Yani bir medeniyet kuracaksak, bu insanlarımız  her yönüylü iyi yetiştirilmesinden geçiyor. Bunun için insana yatırım diyorum. Unutmayalım doğru sistemleri, iyi eğitilmiş insanlar kurar, doğru nesillerde doğru medeniyetler kurar. Kalın sağlıcakla.