Koklaşa Koklaşa…
Mevlana’nın da güzel kokuya önem verdiğini ve “Koku, gönül gözünü açar” diyerek hekimlere önerdiğini görüyoruz Mısır Kraliçesi Cleopatra’nın, güzel bir kadın olmamasına rağmen, rahiplerinin hazırladığı kokuların güzelliği ile nam salmasına neden olduğu bilinmektedir. Rahipler, gül’den yaptıkları esanslarla dini duygular üzerinde büyü, sihir etkisi yapmışlardır. Babil ve Çin kraliçeleri de çekici bulunmak için gül ve zambak kullanmışlardır. Güzel koku sürmeyi, pis ve kötü kokuları atmanın “sünneti seniyye” olduğunu her geçen gün unutur olduk. Cami, iş yeri, okul, hastane, ev ve tabi vücudumuzu latif, hafif, ruhumuzu okşayan doğal kokularla desteklemek gerek. Cadde ve sokaklarımıza, sümbül, nergis, gül, iğde, akasya, ıhlamur gibi kokulu bitkilerle süslemek gerek. Yazın Göksun’a geliniz, ıhlamur ağaçlarının altında oturup, ince belli bardaktan çay yudumlayınız. Güneşin sırmalar saçtığı ya da yıldızların göz kırptığı esrarlı vakitlerde, tılsımlı dakikalar hissederek… Zaman ve mekan içinde hoş kokularla, yarı sarhoş ruh haliyle, istikbale su gibi akarak… soft bir serin esintiyle ruhumuzu okşayan, gözlerimizin içine bakan ıhlamur ağaçlarının çiçekleri içinde cenneti hatırlarcasına… Birbirimize güzel kokulara güzel davranmayı da denemek gerek daha sağlıklı, başarılı ve mutlu olabilmek için… Koklaşmayı, sadece hayvanlara has kılmayarak… Sünnetten öte farz bilerek…